Kerem İriç
Köşe Yazarı
Kerem İriç
 

Volkan Konak, Müftü ve İmamoğlu, Acının Gölgesinde Nefret

Dostlar iyi bayramlar dilerim, sahnede fenalaşıp aramızdan ayrılan Volkan Konak’ın vefatı hepimizi derinden üzdü. Tam bu acıyı paylaşırken, Çatalca Müftüsü Ahmet Mehmetalioğlu’nun skandal sözleri yüreğimize hançer gibi saplandı. Bu yazıda, Müftü’nün o talihsiz ifadelerine değinecek, bir de Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun tartışmalı bedduasını masaya yatıracağız. İkisi de gösteriyor ki, ne yazık ki acılarımız bile bizi birleştiremez oldu. Müftü Mehmetalioğlu, “Sahnede gebermiş. Nasıl bilirdiniz? Böyle bilirdik” diyerek, bir din adamına hiç yakışmayacak kadar sert ve nefret dolu bir üsluba imza attı. Ölüm gibi hassas bir anı bu şekilde kirletmek, gerçekten içimizi acıttı. Acılar ve ölümler, insanlık tarihinin en birleştirici anlarıdır; küskünlükleri siler, husumetleri erteler, insanları birbirine kenetler. Ancak Müftü Mehmetalioğlu’nun bu çirkin ifadeleri, tam tersine bir ayrışmanın fitilini ateşledi, toplumun yarasına tuz bastı. Bir insanın ölümü üzerinden böylesine kaba ve yargılayıcı bir dil kullanmak, ne vicdana sığar ne de bir müftünün taşıması gereken merhamet ve hoşgörüye. Ölümlerle alay etmek, hele ki bunu bir din görevlisinin yapması, nefreti körüklemekten başka bir şeye hizmet etmez. Bu nefret söylemi yalnızca Volkan Konak’ın vefatıyla sınırlı kalmıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik “yolsuzluk” soruşturması kapsamında tutuklanan Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun sözleri de bir tartışma yarattı. Baba İmamoğlu, “Bizi bu kadar perişanlığa sürükleyenler, çoluk çocuğunun ciğerinden et yiyerek iyileşmeye uğraşsın ve iyileşemesin” diyerek öyle bir beddua etti ki, tüyler ürpertici bir kin ve acımasızlık örneği sundu. “Çoluk çocuğunun ciğerinden et yesin” ne demek? Bu nasıl bir sadizm, nasıl bir merhametsizlik? Klasik duasıymış gibi savunulsa da, bu dua değil, açıkça korkunç bir beddua. Düşmanının bile masum çocuklarına böyle bir kötülük dilemek, insanlık sınırlarını zorlar. Bedduada bile bu kadar aşırılığa kaçmak, nefretin ne denli kör edebileceğini gösteriyor. Derler ya, “Beddua döner dolaşır sahibini bulur.” Hepimiz kusurlu kullarız. Yalan dünyada hata yaparız, eksik kalırız. Ama ölüm, her şeyi eşitleyen o son duraktır. Müftü, bir sanatçının sahnede hayata veda edişini kin kusmaya fırsat bilirken, Baba İmamoğlu da düşman bellediklerine karşı zehirli bir dil kullanıyor. Volkan Konak’ın ölümü bize insanlığımızı anımsatmalıydı; ancak bu iki örnek, acıyı bile kirleten bir ayrışmaya dönüştü. Bir din adamından beklenen toplumu birleştirmek, bir babadan beklenen ise evlat acısına rağmen sağduyuyu korumaktır. Ne yazık ki ikisi de nefretle sınanmış ve sınıfta kalmış görünüyor. Son sözüm şu: Şiddetli düşmanlık, kara kin, derin nefret, tüm iyi duyguları alıp götürür; insaniyeti yok eder. Bir insana, bir partiye olan öfke, vatanın aleyhine dönerse, işte asıl tehlike budur. Türkiye kimsenin partisi değildir. Bu ülke için en büyük tehdit ne ekonomik krizler ne de farklı toplumsal kesimlerin varlığıdır; asıl tehlike, nefret söyleminin zehri ve hakikati tekeline alma hastalığıdır. 
Ekleme Tarihi: 31 Mart 2025 -Pazartesi

Volkan Konak, Müftü ve İmamoğlu, Acının Gölgesinde Nefret

Dostlar iyi bayramlar dilerim, sahnede fenalaşıp aramızdan ayrılan Volkan Konak’ın vefatı hepimizi derinden üzdü. Tam bu acıyı paylaşırken, Çatalca Müftüsü Ahmet Mehmetalioğlu’nun skandal sözleri yüreğimize hançer gibi saplandı. Bu yazıda, Müftü’nün o talihsiz ifadelerine değinecek, bir de Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun tartışmalı bedduasını masaya yatıracağız. İkisi de gösteriyor ki, ne yazık ki acılarımız bile bizi birleştiremez oldu. Müftü Mehmetalioğlu, “Sahnede gebermiş. Nasıl bilirdiniz? Böyle bilirdik” diyerek, bir din adamına hiç yakışmayacak kadar sert ve nefret dolu bir üsluba imza attı. Ölüm gibi hassas bir anı bu şekilde kirletmek, gerçekten içimizi acıttı.

Acılar ve ölümler, insanlık tarihinin en birleştirici anlarıdır; küskünlükleri siler, husumetleri erteler, insanları birbirine kenetler. Ancak Müftü Mehmetalioğlu’nun bu çirkin ifadeleri, tam tersine bir ayrışmanın fitilini ateşledi, toplumun yarasına tuz bastı. Bir insanın ölümü üzerinden böylesine kaba ve yargılayıcı bir dil kullanmak, ne vicdana sığar ne de bir müftünün taşıması gereken merhamet ve hoşgörüye. Ölümlerle alay etmek, hele ki bunu bir din görevlisinin yapması, nefreti körüklemekten başka bir şeye hizmet etmez.

Bu nefret söylemi yalnızca Volkan Konak’ın vefatıyla sınırlı kalmıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik “yolsuzluk” soruşturması kapsamında tutuklanan Ekrem İmamoğlu’nun babası Hasan İmamoğlu’nun sözleri de bir tartışma yarattı. Baba İmamoğlu, “Bizi bu kadar perişanlığa sürükleyenler, çoluk çocuğunun ciğerinden et yiyerek iyileşmeye uğraşsın ve iyileşemesin” diyerek öyle bir beddua etti ki, tüyler ürpertici bir kin ve acımasızlık örneği sundu. “Çoluk çocuğunun ciğerinden et yesin” ne demek? Bu nasıl bir sadizm, nasıl bir merhametsizlik? Klasik duasıymış gibi savunulsa da, bu dua değil, açıkça korkunç bir beddua. Düşmanının bile masum çocuklarına böyle bir kötülük dilemek, insanlık sınırlarını zorlar. Bedduada bile bu kadar aşırılığa kaçmak, nefretin ne denli kör edebileceğini gösteriyor. Derler ya, “Beddua döner dolaşır sahibini bulur.”

Hepimiz kusurlu kullarız. Yalan dünyada hata yaparız, eksik kalırız. Ama ölüm, her şeyi eşitleyen o son duraktır. Müftü, bir sanatçının sahnede hayata veda edişini kin kusmaya fırsat bilirken, Baba İmamoğlu da düşman bellediklerine karşı zehirli bir dil kullanıyor. Volkan Konak’ın ölümü bize insanlığımızı anımsatmalıydı; ancak bu iki örnek, acıyı bile kirleten bir ayrışmaya dönüştü. Bir din adamından beklenen toplumu birleştirmek, bir babadan beklenen ise evlat acısına rağmen sağduyuyu korumaktır. Ne yazık ki ikisi de nefretle sınanmış ve sınıfta kalmış görünüyor.

Son sözüm şu: Şiddetli düşmanlık, kara kin, derin nefret, tüm iyi duyguları alıp götürür; insaniyeti yok eder. Bir insana, bir partiye olan öfke, vatanın aleyhine dönerse, işte asıl tehlike budur. Türkiye kimsenin partisi değildir. Bu ülke için en büyük tehdit ne ekonomik krizler ne de farklı toplumsal kesimlerin varlığıdır; asıl tehlike, nefret söyleminin zehri ve hakikati tekeline alma hastalığıdır. 

Yazıya ifade bırak !