Bu yazıyı kaleme almaya, çok sevdiğim, kıymetli hocam Senai Demirci’nin bir paylaşımını gördükten sonra karar verdim. Hoca ile uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz var. Onun sözleri sadece akla değil, kalbe de dokunuyor. İnsana unuttuğu bir hakikatleri hatırlatıyor.
Hoca şöyle diyordu:
“Şeytanla aramızdaki fark, hata yapıp yapmayışımız değil; utanıp utanmayışımız. İnsan olan utanır. Utanmayan şeytandır. Utanmak, insanın kendi eliyle, diliyle yaptığı yanlış ile kendi benliği arasındaki mesafenin, ayırımın adıdır. Yaptığından utanan biri doğru bir şey yapmaya hazırlar kendini. Dediğinden utanabilen biri doğru bir şey demeyi öğrenir. Hatadan korkma. Ama sadece utanmamaktan kork. Utanmak, yeryüzünün en şahane ahlakıdır.”
Bu sözler bana şunu düşündürdü:
Masumiyet, ömür boyu taşınabilecek bir zırh değil. Hepimiz hata ediyor, yanılıyor, günaha düşüyoruz. Fakat bizi insan yapan, o yanlışların ardından yüzümüzün kızarabilmesi, kalbimizin daralabilmesi, vicdanımızın susmamayı seçmesidir.
Ama burada kritik bir ayrım var:
Toplumun baskısıyla utanmak başka; kendi vicdanıyla utanmak bambaşkadır.
İnsan kendi vicdanından utanmadıkça, toplumun dayattığı yargılar yüzünden hissettiği utanç sadece bir “maske”ye dönüşür. Böylece kişi gerçekte değişmediği halde, sırf gözlerden kaçmak için rol yapar. Böyle bir utanma kişiyi dönüştürmez; sadece ikiyüzlülüğe sürükler.
İşte bu yüzden baskı ortamlarında gerçek ahlak kök salmaz. Onun yerine, ahlak kostümü giymiş sahte ahlakçılık boy verir. Namus maskesi ardına gizlenmiş haysiyetsizlik, en büyük erdemmiş gibi sunulur.
Asıl tehlike de burada başlar:
Yapmacık bir edep sahnesinde, ahlaksızlık gölgelerin en derinlerine çekilerek sinsice tahtını kurar. Yüzsüzlük, arsızlık, pışkınlık alenileşir; ama utanmak, yani insana özgü en asil duygu küçümsenir, hafife alınır, hatta yok edilmeye çalışılır.
Oysa insanı diri tutan şey, kusursuzluk değil; kusurlarına rağmen vicdanına kulak vermesidir.
Utanmak, yeniden doğmanın kapısıdır.
Utanmak, insan kalabilmenin en ince çizgisidir.
Bugün bize düşen, toplumun beklentilerinden önce kendi içimize dönmek, kendi utancımızla yüzleşebilmektir. Çünkü gerçek ahlak ne kalabalıkların alkışında ne de başkalarının yargısında filizlenir. Gerçek ahlak, yalnızca vicdanın aynasında büyür.
Ve şunu unutmamak gerekir:
“Vicdanını susturanın utanması da, insanlığı da çoktan ölmüştür.”