Aşağıdaki yazıyı Çanakkale halkı, esnafı ve özellikle turizmciler dikkatle okusunlar.
Çanakkale kısmen de olsa bir turizm şehri. Bugün Marmaris’te, Alanya’da, Bodrum’da yaşananları yaşamamak için kötü örneklerden ders alınmalı, planlamalar buna göre yapılmalıdır. Yoksa sahillerin, sokakların, tarihî dokunun ve huzurun nasıl yozlaştığını görmek için sadece birkaç yaz mevsimi yeterli olur.
Biz galiba Türkiye’de değil de başka bir ülkede yaşıyoruz. Gözümüzün önünde turizme resmen tecavüz ediliyor ama kimse yerinden kıpırdamıyor. Plajlar, sokaklar, eğlence mekanları… Her köşe başı arsızlıkla, tacizle, denetimsizlikle dolup taşıyor. Üstelik bu tablo öyle gizli saklı yaşanmıyor, aksine göz göre göre, adeta bir kuralmış gibi herkesin önünde cereyan ediyor.
Bu yozlaşmanın acı yanı şu ki; bir zamanlar Avrupa’dan çocuklarıyla tatile gelen ailelerin tercih ettiği yerlerde artık kalitesizliğin, tacizin ve ahlaksızlığın kol gezdiği bir ortam var. Ve bu sadece Türkiye’nin imajını değil, bizim turizme olan inancımızı da çürütüyor. Sapık ve kalitesiz insanların turizm sektöründe çoğalmaya başlamasıyla birlikte, gelen turist profili de aynı oranda düşmeye başladı. Yurt dışında bu rezil birkaç “Arizona kertenkelesi” yüzünden hepimiz aynı sıfata sokuluyoruz. Oysa bu kişilerin bu topraklarla zerre kadar ilgisi yok.
Şunu baştan netleştireyim: Türkiye'de turizm politikasını yürüten Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, bu sektörün içinden gelen ve profesyonellikten ödün vermeyen bir isim. Bakan olduktan sonra otelciliğe bakış açısı, destinasyon yönetim vizyonu, tanıtım çalışmaları ve dijitalleşme yatırımlarıyla sektöre kurumsal bir soluk getirdi. Dünyanın dört bir yanında Türkiye markasını yeniden inşa etmeye çalıştı.
Ama bu ülkenin sorunu herkesin kolayca kaçtığı gibi yukarıda değil, aşağıda. Asıl problem turizmi sadece "üç ayda para kırma fırsatı" olarak gören açgözlü işletmecilerde. Sorun; köyden akrabasını getirip karın tokluğuna çalıştıran, sezon sonunda da kapının önüne koyan zihniyette. Ruhsatsız işletmeler, karanlık ilişkiler, mafyavari yapılar… Turizm değil, adeta tefecilik yapıyorlar. Bu tabloyu besleyen başka bir gerçek daha var: Yerel işletmeler “daha fazla kazanç” uğruna kendi değerlerini çoktan geride bıraktı, iktidar da bu süreci doğru okuyamadı. Özellikle Alanya gibi bölgelerde, barlar sokağı gibi alanlar "baronların" ve "vizyonsuz kişilerin" eline geçince, turizmde kalite değil kirlilik büyüdü.
Bugün Marmaris’te, Alanya’da, Bodrum’da yaşananlara bir bakın. Eğlence adı altında neler olup bittiği ortada. Birkaç mekan mühürlenince kıyameti koparıyorlar. “Turistler rahatsız değil” diyorlar. Elbette değiller! Çünkü kendilerine sunulan ahlaksız ortamı zaten arıyorlar. Kimse düşünmüyor ki bu ortam gerçek turisti kaçırıyor. Gelen gerçek turistlerin yorumları adeta bir çığlık. İspanyol bir turizm influencer’ı, Marmaris’te yaşadığı hayal kırıklığını şöyle özetliyor: “Fiyatlar İspanya’nın merkezinden bile pahalı. İnsanlar sizi asla rahat bırakmıyor, her yerde taciz ediyorlar. Bir daha asla gelmem!” İngiliz turistler de benzer şekilde Marmaris’i “sıkıyönetim gerektirecek kadar kaotik” buluyor. Türk turistler ise çok daha ağır konuşuyor: “Marmaris’te turistlerin arkasından küfür edenler, genç çirozların yaşlı turistlere pasaport dansları yaptırdığı bir ortam… Türk turist olarak bizler iki misli eziyet çekiyoruz.”
“Müşteri kitleni sen belirlersin” evet bu söz doğru bakın Antalya’ya yukardaki sorunlardan neredeyse hiçbiri Antalya’da yaşanmıyor. Fakat Marmaris, Alanya ve Bodrum artık tercih ettiği müşteri kitlesini çoktan belirledi. Ve maalesef artık Türk turist bile kendi ülkesinde tatil yapmak istemiyor. Çocuğunu, eşini, ailesini bu yozlaşmış ortamlardan uzak tutmak istiyor. Çünkü birçok turizm bölgesi bir Ortadoğu kasabasına dönüşmüş durumda.
Türkiye hâlâ dünyanın en güzel sahillerine, en zengin mutfağına, en köklü tarihine sahip. Bakanlığın tanıtım çalışmalarıyla bu potansiyel dünyaya gösteriliyor. Ama bu potansiyeli heba eden bir kitle var: Ranta tapan, günü kurtaran, profesyonellikten nasibini almamış işletmeciler. Turizm Bakanlığı ülkeyi tanıtıyor, ama bazıları bu ülkenin itibarını yerle bir ediyor. Kimse denetimden, standardizasyondan, hizmet kalitesinden söz etmiyor. Herkes “nasıl daha çok satarım, nasıl daha az vergi öderim” hesabında.
Bizim sorunumuz sistem değil. Bizim sorunumuz insan. Açgözlü, sorumsuz, doyumsuz insan…
Ve bu sorunu çözmeden ne sahillerimize sahip çıkabiliriz, ne kültürümüze, ne de turizmden hak ettiğimiz geliri elde edebiliriz. Çünkü kalite, parayla değil, zihniyetle gelir. Türkiye’nin turizmde en büyük sınavı da artık budur: Kalite mi, kısa vadeli kâr mı?
Peki çözüm ne?
Öncelikle turizm sektöründe kalite standartlarının yükseltilmesi şart. İşletmeler, personel eğitimine yatırım yapmalı. Profesyonel, güleryüzlü ve yabancı dil bilen çalışanlar istihdam edilmeli. Yerel yönetimler, sokaklardaki taciz ve kaosu önlemek için denetim mekanizmalarını sıkılaştırmalı. Barlar, plajlar, restoranlar sadece para getiren değil; bir ülkeyi temsil eden mekanlar gibi görülmeli.
Yoksa hep birlikte turizmin çöküşünü izlemeye devam ederiz.