Siyaset, bazen büyük ideallerin peşinden koşulan bir maraton, bazen de küçük hesapların, kişisel hırsların kapana kısıldığı dar bir koridora dönüşebiliyor. AK Parti Çanakkale teşkilatında yaşananlar, maalesef ikinci durumun acı bir örneği olarak tarihe geçti. Bir yılını dahi dolduramadan görevinden istifa ettirilen İl Başkanı Ömer Faruk Göktürk’ün hikâyesi, bu durumu gözler önüne seren önemli bir ders niteliği taşıyor.
AK Parti Çanakkale İl Başkanı Ömer Faruk Göktürk, genel merkezin talimatıyla daha bir yılını doldurmadan görevinden istifa ettirildi. “Olmadı, yapamadın, toparlayamadın…” dediler. Oysa Göktürk’ün elinde büyük bir fırsat vardı. 65 yaşın verdiği olgunluk, daha önce il yönetiminde bulunmuş olmanın sağladığı tecrübe, siyasette denge unsuru olma imkânı… Ama olmadı. Çünkü nefse, hırsa, kinin cazibesine yenildi. Geride kalmışların dolduruşuna geldi ve onların kullanışlı aparatı haline dönüştü. Elindeki il başkanlığı koltuğu, kendisini kullananların elinde bir silaha; kendisini ise adeta bir kiralık katile çevirdi.
Oysa il başkanı ile milletvekili sırt sırta verip “Çanakkale için ne yapabiliriz” diye plan yapmalıydı. Ama onlar sırt sırta verip planlarını Bülent Turan’a karşı kurdular. Varsa yoksa Turan dediler. Hiçbir şey yapmadan her şey olmak isteyenlerin çağında, yolun önde olana saldırmaktan geçtiğini sandılar. Eleştiriyle husumeti birbirine karıştırdılar. Halbuki husumet siyaset değildir. Husumetin götürdüğü yer uçurumdur ve nihayetinde öyle oldu. Daha bir yılını doldurmadan görevden alındılar.
Ama onlara o kini aşılayan “abilerine” bir şey oldu mu? Hayır. O şimdi yeni piyonlarını sahaya sürmekle meşgul. Sosyal medyadan pozlar kesiyorlar, afilli afilli laflar ediyorlar. Ama o afillilik bir tek kendi partililerine yetiyor. CHP’li belediyelere, il genel meclisinde çevrilen fırıldaklıklara, yanlışın bini bir para olduğu uygulamalara karşı ağızlarını açtılar mı? Hayır. Ne milletvekili ne de il başkanı. Varsa yoksa kendi partililerine hakaretler, küfürler, arkadan konuşmalar… Halbuki başkalarını karalamak, bizi daha beyaz yapmaz. Bunu unuttular.
Oturup İl Özel İdaresi Genel Sekreteri dediler, kalkıp Ezine OSB dediler, GESTAŞ dediler… “Bizim olsun” dediler. Oldu mu? Hizmet kalitesi mi arttı, yeni bir şey mi üretildi? Hayır. Koca koca makamları, kişisel hırs ve ihtiraslara feda ettiler.
İşler bu noktaya gelmeden önce demiştim ki: “Partinin bu dönemde üçüncü parti olması, iki olan vekil sayısının bire düşmesi ders olmalı. Kendi iç hesaplaşmalarını bırakıp halkın beklentilerini öncelemeleri gerekiyor.” Ama göremediler. Çünkü gözlerini sebebi olmayan kin bürümüştü. Kendi kişisel ihtiraslarını, hesaplarını, farklı kılıflarla sundular. Basına verdikleri demeçlerde bile kendi partililerine laf çaktılar. Bu davranışın geri dönüşü olmaz. Hep vefadan bahsettiler ama görülmemiş bir nankörlüğün içinde oldular.
Haziran ayında yazdığım bir yazıda şunu söylemiştim: “Bülent Turan’a karşı pozisyon almayı bir hedef haline getirenler, kendi akıllarını kullanmalı, başka bir aklın aracı olmamalı. Eğer Turan gerçekten kavga ederse, bugün piyasadaki birçok kişi arşivlik olur. Kapalı kapılar ardında avuç içi kadar şakşakçıyla fısıltı gazetesi çıkarmakla, Turan’ın ‘ben buradayım’ diyerek açık yüreklilikle konuşması aynı şey değildir. Ama şunu unutmasınlar: ‘Sallayanı sallarlar’ ve bu şehir, kimin ayakta kaldığını tökezlediğinde görür. Küçük hesapların büyük mahcubiyeti olur.”
Bugün gelinen noktada bu sözlerin ispatı ortada. Turan’a karşı atılan iftiralar, kurulan kumpaslar, yapılan operasyonlar tek tek ellerinde patladı. İftirayı atanlar, kumpası kuranlar bir bir arşivlik oluyor. Sırtını “abilerine” dayayarak “Turan defteri kapanacak” diyenler, aslında kendi defterlerini kapatıyorlar. Çünkü kinle, nefretle, kumpasla bir yere varılmaz.
Turan demişti ki “Ben bu toprağın bir hakikatiyim.” Buna rağmen il başkanı, ilçe başkanları ve bazı AK Partililer “abilerinden” korktukları için Ankara’da Turan’a gidemediler. Peki gitmediler diye bir şey mi eksildi? Hayır. Hatta fazla gelen samimiyetsizlik eksildi. Şimdi ne yapacaklar? Birçoğu iki yüzlü bir tavırla utanmadan WhatsApp’tan mesajlar atacak, bir randevu alabilmek ya da fotoğraf karesine girebilmek için birbirlerini ezecekler!
“Karışıyor” dediler. Evet, karıştı, hepimiz şahidiz. Ama bakın bu konuya Turan ne demişti: “Cumhurbaşkanının yanında olan, siyasetin her kademesinde bulunmuş bu memleketin bir evladıyım. Yanlış yapan muhtara da belediye başkanına da ilçe başkanına da vekile de, valiye de karışırım arkadaş. O yüzden buralardayız biz.”
Bugün yaşanan tablo gösteriyor ki kin, nefret ve ihtiras bir siyasetçiyi de bir partiyi de yalnızca tüketir. AK Parti Çanakkale’ye bunu bizzat yaşattılar; kayıp bir yıl geçti! Şahsi hesaplar ve Turan düşmanlığı onları tüketti ve tüketmeye devam ediyor…
Ve yazıyı, Turan’ın Nisan ayında söylediği şu sözle bitireyim:
“Kurt, tuttuğu dağı, pusuya düştüğü ovayı, sırtını dayadığı kayayı asla unutmazmış.”