Kerem İriç
Köşe Yazarı
Kerem İriç
 

Ömrümüzün Miladı

2020 yılında en çok konuştuğumuz şey Covid-19 salgını oldu. Yılın son yazısını da salgın üzerinden bir muhasebe yaparak bitirmek istedim. Hadi başlayalım…  Pandemi tek tek her insanın başa çıkmak zorunda olduğu bir kriz oldu. Birçok insan sevdiklerini kaybetti, birçoğu ise ekonomik olarak ayakta kalma mücadelesi veriyor. Bunlara “normalin”, günlük hayattaki birlikteliğin kaybını da eklemek lazım. Çok ağır bütün bunlar, ama bir taraftan da yaşadıklarımıza kafa yorma fırsatı yaratıyor, ki bu da çok önemli. Belki de yuvamızı keşfettik yeniden. Hepimizin evde kaldığı geçtiğimiz yaz mesela. 2020'de gerçek dostlarımızı tanımış olabilir miyiz, aile bağları güçlenmiş olabilir mi? Çünkü 2020'de de hareketli anlar, içimizi ısıtan olaylar vardı mutlaka. Ama onları aramak ve bulmak zorundaydık, çünkü elimizin altında değildiler. Son on aydan yeni bir şeyler öğrenir, önümüzdeki yıla yeni gelenekler ve yeni yaşam biçimleri götürebiliriz belki de. Çünkü Koronadan önce birçok şey daha iyiydi, evet, ama her şey değil. Buna herkes kendi karar verecek, ama şu da kesin; Korona ömrümüzün miladı olacak, buradan çok ders çıkarıp, bunu iyi kullanmamız gerekiyor.  Ölüm, umutsuzluk ve büyük belirsizlik yılının ardından ufukta ışık olduğuna dair parıltılar da yok değil. Aşının uygulamaya başlamasıyla birlikte elbette ki bir rahatlama yaşanacak… 2021 yılında pek çok şey karşılığını bulacak. Çünkü Covid-19 salgını hiç beklenmedik bir anda, tesadüfen ortaya çıkmadı. Daha çok kötü alışkanlıklarımız, tehlikeli ve aslında ölümcül pratiklerimizin pek çoğuna ayna tutan insan yapımı bir “doğal” felaketti… Neticede korona virüsün yarasalardan insana bulaşması, yoğun şehirleşmenin ve doğal yaşam alanlarını yıkıcı bir şekilde gasp etmemiz bir sonucuydu. Hızlıca yayılmasına ise aşırı sanayileşme, ticaret çılgınlığı ve günümüzün seyahat alışkanlıkları neden olmuştu! Benzer şekilde dünyanın bu krizi kontrol altına almak için doğru zamanda bir araya gelememiş olması bu salgının acı boyutlara ulaşmasına sebep oldu. Bu tablonun bize çok şey söylüyor olması lazım. Covid-19 hepimize yetkin kamu yönetiminin ne denli değerli olabileceğini hatırlattı. Aynı zamanda yeniden bölüşümün gerekliliği hususunda yeni bir farkındalığa yol açtı. Lakin bu farkındalık son dönemde üzülerek görüyorum ki tam zıttı bir hal aldı. Ne mi oldu? Covid-19, amiyane tabirle siyasete alet edildi. Hepimizi tehdit eden ve birleştiren bir konu, ansızın çatışmalara malzeme edildi. İnsanların kendilerini görüşleriyle özdeşleştirmeleri, konulara göreceli olarak bakma yetisinin kaybına ve özgür fikir alışverişinin önünün kesilmesine neden oldu. Virüs sadece gruplar arasındaki alışılagelmiş karşıtlıkları güçlendirmekle kalmadı, dostları ve aile fertlerini de birbirine yabancılaştırdı. Zayıflara, hasta ve yaşlılara gösterilen sabır, şaşırtıcı bir hızla tükeniverdi. Sağlık personeli artık alkışlar yerine hakaretlerle karşılanır oldu, bilim insanlarına artık güven duyulmuyor. Açıkçası işlerin bu hale gelmesinde “Aşı yaptırmayanlar birer vatan hainidir. Onlara kız bile vermeyeceğiz” diyen aymazların çok büyük bir payı oldu…  Ve son sözler… Yarın sabah uyandığımızda yepyeni ve farklı bir dünya olmayacak. Meseleler çözülmeyecek, fırsatlar artmayacak, her şey bir sihirli el marifetiyle yoluna girmeyecek. Hayat bayram hiç olmayacak… Yeni yıl başlangıcı dertler ve kederlerden kurtulma için bir temenni fırsatı sunar ama hayatın gerçekleri her zaman iyi dilek ve güzel temennilerden baskın çıkar. Yine de umutsuz olmayalım. İyi tarafından bakacak olursa ister 1 Ocak olsun ister bayram ister doğum günü ya da sıradan bir gün; yeni bir hayata başlamak isteyen için her gün yılbaşıdır. Her sabah kendi hayatının yeni yılına uyanmak mümkündür. Sonuçta, takvimlere dizilen yılları ve günleri insanlar tasnif ettiğine göre, eğer yeni başlangıç için illa “ilk gün” gerekiyorsa kendi kendimizin yeni yılını ilan etmekte bir sakınca yoktur. Hele her şeyin kişiselleştiği, her nesnenin özelleştiği bir çağda, kim karışır buna! Hayatımızın, keyfimizin, tercihlerimizin, zevklerimizin, işimizin, kariyerimizin miladı ne zaman istersek o zamandır. 1 Ocak gider, 21 Temmuz gelir; olmadı 21 Ağustos, beğenmedik 21 Kasım… 365 yeni seçenek var neticede… Ne var ki hangi gün, hangi saat başlamak istersek isteyelim kurallar aynıdır. İş, aş, kariyer ya da özgürlük veya dost veyahut da gelecek garantisi… Hepsi için emek vermek, hepsi için çaba göstermek ve hepsi için de gerektiğinde bedel ödemek gerekir. Maharet en az bedeli ödemekte ve maharet bir kez bedel ödediğin şey için bir daha ödememekte...
Ekleme Tarihi: 31 Aralık 2020 - Perşembe

Ömrümüzün Miladı

2020 yılında en çok konuştuğumuz şey Covid-19 salgını oldu. Yılın son yazısını da salgın üzerinden bir muhasebe yaparak bitirmek istedim. Hadi başlayalım… 

Pandemi tek tek her insanın başa çıkmak zorunda olduğu bir kriz oldu. Birçok insan sevdiklerini kaybetti, birçoğu ise ekonomik olarak ayakta kalma mücadelesi veriyor. Bunlara “normalin”, günlük hayattaki birlikteliğin kaybını da eklemek lazım. Çok ağır bütün bunlar, ama bir taraftan da yaşadıklarımıza kafa yorma fırsatı yaratıyor, ki bu da çok önemli.

Belki de yuvamızı keşfettik yeniden. Hepimizin evde kaldığı geçtiğimiz yaz mesela. 2020'de gerçek dostlarımızı tanımış olabilir miyiz, aile bağları güçlenmiş olabilir mi? Çünkü 2020'de de hareketli anlar, içimizi ısıtan olaylar vardı mutlaka. Ama onları aramak ve bulmak zorundaydık, çünkü elimizin altında değildiler. Son on aydan yeni bir şeyler öğrenir, önümüzdeki yıla yeni gelenekler ve yeni yaşam biçimleri götürebiliriz belki de. Çünkü Koronadan önce birçok şey daha iyiydi, evet, ama her şey değil. Buna herkes kendi karar verecek, ama şu da kesin; Korona ömrümüzün miladı olacak, buradan çok ders çıkarıp, bunu iyi kullanmamız gerekiyor. 

Ölüm, umutsuzluk ve büyük belirsizlik yılının ardından ufukta ışık olduğuna dair parıltılar da yok değil. Aşının uygulamaya başlamasıyla birlikte elbette ki bir rahatlama yaşanacak…

2021 yılında pek çok şey karşılığını bulacak. Çünkü Covid-19 salgını hiç beklenmedik bir anda, tesadüfen ortaya çıkmadı. Daha çok kötü alışkanlıklarımız, tehlikeli ve aslında ölümcül pratiklerimizin pek çoğuna ayna tutan insan yapımı bir “doğal” felaketti…

Neticede korona virüsün yarasalardan insana bulaşması, yoğun şehirleşmenin ve doğal yaşam alanlarını yıkıcı bir şekilde gasp etmemiz bir sonucuydu. Hızlıca yayılmasına ise aşırı sanayileşme, ticaret çılgınlığı ve günümüzün seyahat alışkanlıkları neden olmuştu! Benzer şekilde dünyanın bu krizi kontrol altına almak için doğru zamanda bir araya gelememiş olması bu salgının acı boyutlara ulaşmasına sebep oldu. Bu tablonun bize çok şey söylüyor olması lazım.

Covid-19 hepimize yetkin kamu yönetiminin ne denli değerli olabileceğini hatırlattı. Aynı zamanda yeniden bölüşümün gerekliliği hususunda yeni bir farkındalığa yol açtı. Lakin bu farkındalık son dönemde üzülerek görüyorum ki tam zıttı bir hal aldı. Ne mi oldu? Covid-19, amiyane tabirle siyasete alet edildi. Hepimizi tehdit eden ve birleştiren bir konu, ansızın çatışmalara malzeme edildi. İnsanların kendilerini görüşleriyle özdeşleştirmeleri, konulara göreceli olarak bakma yetisinin kaybına ve özgür fikir alışverişinin önünün kesilmesine neden oldu. Virüs sadece gruplar arasındaki alışılagelmiş karşıtlıkları güçlendirmekle kalmadı, dostları ve aile fertlerini de birbirine yabancılaştırdı. Zayıflara, hasta ve yaşlılara gösterilen sabır, şaşırtıcı bir hızla tükeniverdi. Sağlık personeli artık alkışlar yerine hakaretlerle karşılanır oldu, bilim insanlarına artık güven duyulmuyor. Açıkçası işlerin bu hale gelmesinde “Aşı yaptırmayanlar birer vatan hainidir. Onlara kız bile vermeyeceğiz” diyen aymazların çok büyük bir payı oldu… 

Ve son sözler…

Yarın sabah uyandığımızda yepyeni ve farklı bir dünya olmayacak. Meseleler çözülmeyecek, fırsatlar artmayacak, her şey bir sihirli el marifetiyle yoluna girmeyecek. Hayat bayram hiç olmayacak… Yeni yıl başlangıcı dertler ve kederlerden kurtulma için bir temenni fırsatı sunar ama hayatın gerçekleri her zaman iyi dilek ve güzel temennilerden baskın çıkar.

Yine de umutsuz olmayalım. İyi tarafından bakacak olursa ister 1 Ocak olsun ister bayram ister doğum günü ya da sıradan bir gün; yeni bir hayata başlamak isteyen için her gün yılbaşıdır. Her sabah kendi hayatının yeni yılına uyanmak mümkündür. Sonuçta, takvimlere dizilen yılları ve günleri insanlar tasnif ettiğine göre, eğer yeni başlangıç için illa “ilk gün” gerekiyorsa kendi kendimizin yeni yılını ilan etmekte bir sakınca yoktur. Hele her şeyin kişiselleştiği, her nesnenin özelleştiği bir çağda, kim karışır buna! Hayatımızın, keyfimizin, tercihlerimizin, zevklerimizin, işimizin, kariyerimizin miladı ne zaman istersek o zamandır. 1 Ocak gider, 21 Temmuz gelir; olmadı 21 Ağustos, beğenmedik 21 Kasım… 365 yeni seçenek var neticede…

Ne var ki hangi gün, hangi saat başlamak istersek isteyelim kurallar aynıdır. İş, aş, kariyer ya da özgürlük veya dost veyahut da gelecek garantisi…

Hepsi için emek vermek, hepsi için çaba göstermek ve hepsi için de gerektiğinde bedel ödemek gerekir. Maharet en az bedeli ödemekte ve maharet bir kez bedel ödediğin şey için bir daha ödememekte...

Yazıya ifade bırak !