“ÖNLEM ALMAZSAK DENİZLERİMİZ DE ÇÖLLEŞECEK!”

Yaşam 12.07.2021 - 00:00, Güncelleme: 02.09.2021 - 15:40
 

“ÖNLEM ALMAZSAK DENİZLERİMİZ DE ÇÖLLEŞECEK!”

Marmara Denizi’nde ve Çanakkale Boğazı’nda görülen müsilajın önlenmesi amacıyla geçtiğimiz aylarda birçok toplantı yapılmasının ardından çalışmalar başlatıldı.
Son aylarda Marmara Denizi’nden başlayarak kıyı şeridine sahip şehirlerde ve Çanakkale Boğazı’nda görülen müsilajın tekrar olmaması ve önüne geçmek amacıyla ortaya çıkan çalışmalar sonucunda atıksularının denize deşarj edilmesi konusunda ‘temizlik malzemelerinin kullanımının azaltılmasının’ büyük bir öneme sahip olduğu ortaya çıktı. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Profesörü Dr. Harun Baytekin, müsilajın önüne geçmek için alınması gereken tedbirleri değerlendirdi. Baytekin, 2006 yılında bilim insanlarının müsilaj konusunda uyarmasına rağmen 2021 yılında çalışmalara başlanıldığını söyleyerek, tedbirlerin hızlı bir şekilde alınmazsa denizlerinde de karada olduğu gibi çölleşmeye başlayacağını belirtti. Marmara Denizi’nde ve Çanakkale Boğazı’nda görülen müsilajın önlenmesi amacıyla geçtiğimiz aylarda birçok toplantı yapılmasının ardından çalışmalar başlatıldı. Temizleme çalışmalarının geçici bir önlem olduğunu söyleyen uzmanlar, müsilaja sebep olan durumları engellemenin önemine vurgu yaptı. Özellikle arıtma tesisleri, kullanılan temizlik deterjanlarının sınırlandırılması gibi birçok alana yayılması gereken tedbirlerin olduğunu söyleyen uzmanlar arasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Prof. Dr. Harun Baytekin de yer aldı. Baytekin, yaptığı açıklamada, öncelikle müsilajın bilimsel olarak nedeninden bahsederek, “Özellikle Marmara Denizi’nde, Çanakkale Boğazı’nda ve kısmen Saros Körfezi’nde ortaya çıktı, Ege’ye doğru yayılması şeklinde endişeler var. Bu yerleşim yerleri, özellikle kanalizasyon sistemleri, denize deşarj sistemleri denizel ekosistemleri etkiliyor. Özellikle denizel ekosistemlerin üreticileri olarak adlandırdığımız mikroalpler, güneş enerjisini organik enerjiye çeviren üreticiler grubu bu deşarjdan olumlu etkilendi ama deşarjların tüketicileri ortadan kaldırdığı için üreticiler segmentinde çok ciddi bir çoğalma meydana geldi. Denizel ekosistemlerde bu alg patlamaları oluyordu. Ancak bu üreticiler ve besin zinciri içerisinde bulunan canlı organizmalar birbirini dengelediği için bir sorun olmuyordu. Özellikle otobur balıklar Marmara Denizi’nde çok azaldığı için alg patlaması müsilaja neden oldu. Müsilaj aslında insanlar için tehlikeli bir oluşum değil ama denizel ekosistemlerde çok ciddi bir tehlike. Su üzerini kaplaması, atmosferle oksijenini kesmesi çökelmesi durumunda üreticiler grubu olarak adlandırdığımız fitaplantonları örtmesi, onların gelişimini engellemesi aslında denizel ekosistemlerde üretici segmenti bir çölleşmeye neden olacak potansiyel oluşturuyor. Dolayısıyla müsilaj oluşumunu önlemekten başka çare yok. En son raporda 600 bin ton civarında bir temizlik yapıldı ama bu temizliğin geçici bir çözüm olacağını hemen herkes kabul ediyor. Önemli olan bu gelişimi, bu süreci yavaşlatmak veya durdurmak. Bu sistemleri tekrar eski sağlıklı ve sürekli olan bir gıda zincirine kavuşturmak” dedi. “DENİZEL EKOSİSTEMLERE İNSAN ÜRÜNÜ ÇOK FAZLA MİKTARDA KİMYASAL GİRİYOR” “Bu plankton tüketimini arttırmak amacıyla denizlerde veya koylarda balıkçılığın geliştirilmesi ile ilgili, yetiştiriciliği yapılması gibi öneriler var. Bunlar sürdürülebilir çözüm önerileri değil. Esas kaynağı kurutmak gerekiyor. Denizel ekosistemlere insan ürünü çok fazla miktarda kimyasal giriyor” diyen Baytekin, “Deterjanların içeriği değiştirildi biliyorsunuz, sürdürülebilir ekosistemlere çok ciddi baskı yapıyor gerekçesi ile. Daha eskiden daha farklı kimyasal kompozisyonlara sahipti ve insanoğlu temizlikte en fazla deterjan kullanıyordu. Çamaşır ve bulaşık deterjanları. Ama şimdi o kadar çok çeşit arttı ki; mutfaklarda dört beş çeşit temizlik malzemesi, banyolarda 10-12 temizlik malzemesi ve ayrıca kimyasal etken malzemeye sahip temizlik materyaller her geçen gün artıyor. Antibakteriyallerden tutun da çok farklı özelliklere sahip, kireç çözücülerden tutun da bazı mikroorganizmaları öldüren özelliklere sahip çok fazla sayıda kimyasal kullanıyoruz. Şehirlerin arıtmaları olsa bile, bu kimyasalların önemli bir kısmı bozulmadan denizel ekosistemlere veya sürdürülebilir ekosistemlere geçiyor” ifadelerini kullandı.  “ESKİDEN ZEYTİNYAĞI SABUNLARI İLE ÇAMAŞIR YIKANIRDI, EKOSİSTEMLER DAHA SAĞLIKLIYDI” Baytekin, insanoğlunun hayat standartları arttıkça doğaya olan baskısının daha da arttığını söyleyerek, “Şimdi biz bilimsel veya bilgi üretimi temelinde baktığımız zaman, aslında teknoloji doğaya hükmetmek amacıyla kullandığımız bir disiplinlinler bütünü olarak ortaya çıkıyor. İnsan refahını, insan maddi ve manevi gelirini arttırmak, insan konforunu arttırmak amacıyla çalışan üretim ve hizmet sektörleri sürekli olarak ellerindeki materyalleri yeniliyorlar ve çoğaltıyorlar. Eskiden zeytinyağı sabunları ile çamaşır yıkanırdı, deterjan yoktu. Dolayısıyla ekosistemler daha sağlıklıydı. Kanalizasyonlar vasıtasıyla süzül ekosistemlere giden insan atıkları çok daha temizdi ancak özellikle son 30-40 yılla teknolojik ilerlemeler, sentetik kimyasallarda gelinen nokta özellikle evlerde kullanılan kimyasal sayısını önemli derecede arttırdı. Hemen bütün yerleşimlerimizin, şehirlerimizin arıtma sistemleri var. Önemli bir kısmı arıtmadan geçmeden denize deşarj oluyor. Sanayi bölgelerinde yine çok büyük arıtma sistemleri var. Bununla birlikte yine denizel ekosistemlere kaçak az diyemeyiz. Yine suda çözülür etken maddelerin önemli bir kısmı genelde denizel ekosistemlere gidiyor” diye belirtti.    “İÇİLEBİLİR SUYU BİZ DENİZE BIRAKIYORUZ’ İFADELERİ ÇOK DOĞRU DEĞİL” “Eskiye dönemeyeceğimize göre bu denizel ekosistemlere olan baskıyı azaltmanın yollarını bulmamız gerek” diyen Baytekin, “Bütün evlerde kullanılan atık yağlardan tutun da çamaşır, bulaşık deterjanlarına kadar, banyoda kullanılan sabun, şampuan ve benzeri kimyasal etken maddeye sahip çok sayıda temizlik maddesine kadar hepsi bir şekilde kanalizasyon sistemlerinde toplanıyor ve şehirlerin arıtma sistemlerine gidiyor. Arıtma sistemlerinde çamur ayrıldıktan sonra, suda elden geldikçe fiziksel ve kimyasal filtrelerden geçilmesi suretiyle tertemiz su diye hatta bazı beldelerde görüyoruz, içilebilir suyu biz denize bırakıyoruz şeklinde ifadeler var. Bunlar çok doğru değil. Temizlik maddelerini, özellikle deterjan etken maddelerini arıtmada biraz güçlük çekiliyor. Onların önemli bir kısmı denizlere deşarj ediliyor. Zaten arıtmada tam temizlik sağlanmış olsaydı, Marmara’nın doğusu bu kadar kirlenmez; özellikle birbirine gıda zinciri ile bağlı olan sistemlerin önemli bir kısmı ortadan kalkmaz. Balıkçılarımız yakından biliyorlar, denizlerimizden eskisi gibi balık yok. Lüfer, çinekop çıkaramıyoruz. Sardalya, hamsi azaldı. Hamsinin düşmanı yunusları vuralım gibi bazı saçma sapan fikirleri de gördük ama bu sistemin zayıflığı aslında üreticiler olarak adlandırdığımız plankton popülasyondaki düşüşlerden kaynaklanıyor. Aynı zamanda gıda zincirinin birinci ikinci adımını oluşturan otobur canlı organizmalardaki azalışın kökeninde de yine denize deşarj edilen kimyasallar önemli rol oynuyor. Dolayısıyla sistem yeniden kendisini yeniledi. Yeni sistemlerde bakıyoruz artık planktonlar, azot, fosfor deşarjı nedeniyle veya denizlere şarj nedeniyle daha fazla besleniyor. Daha geniş alanlarda kendine habitat buluyor. Tüketicisi olmadığı için de veya tüketici popülasyonlarında önemli azalmalar olduğu için müsilaj oluşuyor” şeklinde konuştu. Baytekin, konuyla ilgili ise detaylı bilgiyi şu şekilde verdi: “Arıtma sistemlerinde çamuru, katı materyali ayırıyorsunuz sıvıyı yine kimyasal birtakım filtrelerden geçirerek bazı ağır metalleri yakalamaya çalışıyorsunuz ama suda erimiş halde bulunan nitrat ve amonyum formundaki azot arıtma sistemlerinden sonraki süreçte süzül ekosistemlerde yolculuğuna devam ediyor. Bu deşarj edilen alanlarda önemli miktarlarda azot artışı meydana geliyor. Doğal sistemlerde normal olarak akarsuların taşıdığı organik materyalle ancak azot yaprak, sap ve benzeri organik materyallerle birlikte denizel ekosistemlere girer. Toprağa yıkanma suretiyle, erozyonla gelir başka geliş şekli yoktur. Ama bakıyoruz ki nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki arıtmadan çıkan sular Marmara Denizi başta olmak üzere denizel ekosistemlerde azot ve fosfor birikimine neden olabiliyor ve bu da özellikle kıyılarda derinliği 30 metreye kadar olan alanlarda aşırı plankton gelişimine neden oluyor ve müsilaj da bu şekilde oluşuyor.” “BU ALANLAR KARASAL EKOSİSTEMLERDEKİ GİBİ ÇÖLLERE DÖNEBİLİR” Denizlere azot ve fosfor deşarjının önlenebileceğini söyleyen Harun Baytekin, “Bazı ülkelerde arıtmalardan çıkan suların önemli bir kısmı tarımsal sulamalarda kullanılıyor. Eğer bu başarılı olursa kaldı ki küresel ısınma ve kuraklık da ciddi bir problem. Dünyanın geleceği itibariyle düşündüğümüz zaman, bu deşarj edilen veya arıtmadan çıkan suyun denizlere veya akarsulara deşarj etmek yerine büyük havuzlarda depolanıp pompaj sistemleriyle tarımsal sulamada kullanılması, sucul ekosistemlere fosfor ve azot kaçışını engelleyebilecek çözüm gibi görünüyor. Devamlı mı kullanacaksınız, elbette hayır. Yağışın bulunmadığı veya yağışın düşmediği dönemlerde sulamayı tercih ediyoruz. Ama bu konuda bazı geniş düşünceler, tarımsal sulamada kullandıkları suyun yaklaşık yüzde 15 ile 18 civarında bir suyu genellikle arıtma sistemlerinden tedarik ediyor. Bu Türkiye’de de yapılabilir, çok zor değil. Burada tek problem ağır metalleri yakalamak ve eğer tuz biraz fazlaysa tuzu yakalamak, daha temiz bir suyu tarımsal ekosistemlere aktarmak suretiyle denizel ekosistemlere yapılan baskı bir derece azaltılabilir. Yoksa şu anda sadece plankton ve plankton kaynaklı müsilaj değil gelecekte daha farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bugün müsilaj kıyı sistemlerde veya sahillerde hoş olmayan görüntülere neden oluyor, insanımız denize girmekte çekiniyor halbuki sağlığa zararı yok ama yine de bulundukları bölgede çürüme, koku oluşturabiliyor. İnsanımız haliyle endişe ediyor. Eğer bu devam ederse, üreticiler grubu, müsilajı oluşturan planktonlar ciddi zarar görebilir. Bu alanlar karasal ekosistemlerdeki gibi çöllere dönebilir. Dolayısıyla azot ve fosfor deşarjının mutlaka kesilmesi gerekiyor. Aksi taktirde gıda zincirinin tüketici grubunda popülasyon azalışları olduğu için, tür kayboluşları meydana geldiği için aşırı plankton büyümesi ilişiğini ve müsilaj oluşumu kaçınılmaz görünüyor” dedi. “ÇAMAŞIR SUYU EN TEHLİKELİ KİMYASALLARDAN BİR TANESİ” Baytekin, deterjan kullanımının denizlere verdiği zararlardan da bahsederek, “Çamaşır suyu en tehlikeli kimyasallardan bir tanesi. Bunun yanında evlerde kullanılan 20’ye yakın zararlı kimyasal var temizleyici olarak kullanılan. Zaten hepsinin üzerinde yazar ‘Çocuklardan uzak tutunuz’ diye. Yani yanlışlıkla içildiğinde, boğaz yanmaları, sindirim sisteminde tahrişler oluyor. Çocuklardan uzak tuttuğunuz, ciltle temasının zararlı olduğu kimyasalları temizlik amaçlı kullanıyorsunuz ve bunları sucul ekosistemlere gönderiyorsunuz. Orada da canlılar var. Zaten akarsularda zaman zaman balık ölümleri yaşanıyor. Bunlar tarla ve bahçelerde kullanılan kimyasallar bir şekilde akarsulara taşınması ve oradaki habitatı yok etmesi şeklinde çıkıyor veya bilinçsiz bazı çiftçilerimiz ilaç makinelerini dere kenarlarında yıkıyorlar. Yıkama suyunu da dereye boşaltıyor. İnsanı öldüren bu zehirli materyalleri rahatlıkla suya boşaltabiliyorlar. Bunlar hem derelerdeki yaşamı yok ediyor hem de derelerin gittiği yerdeki yaşamı yok ediyor. Tarım alanlarındaki kullanılan ilaçlar çok ciddi sorunlar oluşturuyor. Aynı niteliklere sahip çok sayıda temizlik malzemesini evlerde kullanıyoruz. Bunlar kanalizasyonlar vasıtasıyla bazen arıtma sistemlerine, arıtma sitemlerinin olmadığı bölgelerde doğrudan denizel ekosistemlere deşarj ediliyor. Bu kadar tehlikeli kimyasal maddeleri eğer denizlere boşaltırsanız, mutlaka orada oluşmuş sistemleri alt üst edersiniz. Bu kaçınılmaz. Ama ne yazık ki insanoğlu kendine dokunmadığı müddetçe çevreyle ilgili duyarsızlığına veya çevreye karşı duyarsız kalmaya devam ediyor. Ne zaman kendisine, sağlığına, refahına zarar gelecek sonuç ortaya çıkıyor, o zaman önlem almaya çalışıyor. 2006 yılında bu müsilajın oluşumu ile ilgili bilimsel bir araştırma sonucu ortaya kondu ama ne zaman tedbirler alındı veya alınmaya çalışılıyor 2021 yılında. Evlerde de bu temizlik maddesini kullananların biraz daha dikkatli olmasında yarar var” diye konuştu. “450-500 BİN TON CİVARINDA ATIK YAĞI DOĞAYA BIRAKIYOR” Atık yağların kesinlikle denize bırakılmaması gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Baytekin, “Atık yağlar bir kampanya ile bir şekilde evlerde toplanıp yine mazota veya benzeri enerji kaynağına dönüştürülmesi gerekiyor. Türkiye yaklaşık 450-500 bin ton civarında atık yağı doğaya bırakıyor. Arıtma sistemlerine giriyor çıkıyor, bu devam ediyor. Denizel ekosistemlere ulaşıyor. Süzül ekosistemlerde çok ciddi tahribatlara neden oluyor. Benzer şekilde, deterjanlarda yine arıtma sistemlerinden geçtikten sonra sucul ekosistemlerine ulaşıyor. Bunların kullanımı ile ilgili eğitime ihtiyacımız var. Hangi temizleyici kullanılırsa kullanılsın aynı tarımsal ilaç gibi ne kadar antimikrobiyal olursa olsun bakteri ve mantarlar yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor.  Bu yüzden aşırı temizlik malzemesi kullanılmasının önüne geçilmesinde yarar var. Çamaşır, bulaşık makinaların fonksiyonlarından yeteri kadar yararlanılmıyor. Bunların kullanımının disipline edilmesi gerekiyor. Aynı zamanda arıtma sistemlerinden çıkan suyun, ağır metallerinden arındırıldıktan sonra tarımsal sulamada kullanılması daha verimli olur” ifadelerini kullandı.
Marmara Denizi’nde ve Çanakkale Boğazı’nda görülen müsilajın önlenmesi amacıyla geçtiğimiz aylarda birçok toplantı yapılmasının ardından çalışmalar başlatıldı.

Son aylarda Marmara Denizi’nden başlayarak kıyı şeridine sahip şehirlerde ve Çanakkale Boğazı’nda görülen müsilajın tekrar olmaması ve önüne geçmek amacıyla ortaya çıkan çalışmalar sonucunda atıksularının denize deşarj edilmesi konusunda ‘temizlik malzemelerinin kullanımının azaltılmasının’ büyük bir öneme sahip olduğu ortaya çıktı. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan ÇOMÜ Ziraat Fakültesi Profesörü Dr. Harun Baytekin, müsilajın önüne geçmek için alınması gereken tedbirleri değerlendirdi. Baytekin, 2006 yılında bilim insanlarının müsilaj konusunda uyarmasına rağmen 2021 yılında çalışmalara başlanıldığını söyleyerek, tedbirlerin hızlı bir şekilde alınmazsa denizlerinde de karada olduğu gibi çölleşmeye başlayacağını belirtti.
Marmara Denizi’nde ve Çanakkale Boğazı’nda görülen müsilajın önlenmesi amacıyla geçtiğimiz aylarda birçok toplantı yapılmasının ardından çalışmalar başlatıldı. Temizleme çalışmalarının geçici bir önlem olduğunu söyleyen uzmanlar, müsilaja sebep olan durumları engellemenin önemine vurgu yaptı.
Özellikle arıtma tesisleri, kullanılan temizlik deterjanlarının sınırlandırılması gibi birçok alana yayılması gereken tedbirlerin olduğunu söyleyen uzmanlar arasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Prof. Dr. Harun Baytekin de yer aldı. Baytekin, yaptığı açıklamada, öncelikle müsilajın bilimsel olarak nedeninden bahsederek, “Özellikle Marmara Denizi’nde, Çanakkale Boğazı’nda ve kısmen Saros Körfezi’nde ortaya çıktı, Ege’ye doğru yayılması şeklinde endişeler var. Bu yerleşim yerleri, özellikle kanalizasyon sistemleri, denize deşarj sistemleri denizel ekosistemleri etkiliyor. Özellikle denizel ekosistemlerin üreticileri olarak adlandırdığımız mikroalpler, güneş enerjisini organik enerjiye çeviren üreticiler grubu bu deşarjdan olumlu etkilendi ama deşarjların tüketicileri ortadan kaldırdığı için üreticiler segmentinde çok ciddi bir çoğalma meydana geldi. Denizel ekosistemlerde bu alg patlamaları oluyordu. Ancak bu üreticiler ve besin zinciri içerisinde bulunan canlı organizmalar birbirini dengelediği için bir sorun olmuyordu. Özellikle otobur balıklar Marmara Denizi’nde çok azaldığı için alg patlaması müsilaja neden oldu. Müsilaj aslında insanlar için tehlikeli bir oluşum değil ama denizel ekosistemlerde çok ciddi bir tehlike. Su üzerini kaplaması, atmosferle oksijenini kesmesi çökelmesi durumunda üreticiler grubu olarak adlandırdığımız fitaplantonları örtmesi, onların gelişimini engellemesi aslında denizel ekosistemlerde üretici segmenti bir çölleşmeye neden olacak potansiyel oluşturuyor. Dolayısıyla müsilaj oluşumunu önlemekten başka çare yok. En son raporda 600 bin ton civarında bir temizlik yapıldı ama bu temizliğin geçici bir çözüm olacağını hemen herkes kabul ediyor. Önemli olan bu gelişimi, bu süreci yavaşlatmak veya durdurmak. Bu sistemleri tekrar eski sağlıklı ve sürekli olan bir gıda zincirine kavuşturmak” dedi.
“DENİZEL EKOSİSTEMLERE İNSAN ÜRÜNÜ ÇOK FAZLA MİKTARDA KİMYASAL GİRİYOR”
“Bu plankton tüketimini arttırmak amacıyla denizlerde veya koylarda balıkçılığın geliştirilmesi ile ilgili, yetiştiriciliği yapılması gibi öneriler var. Bunlar sürdürülebilir çözüm önerileri değil. Esas kaynağı kurutmak gerekiyor. Denizel ekosistemlere insan ürünü çok fazla miktarda kimyasal giriyor” diyen Baytekin, “Deterjanların içeriği değiştirildi biliyorsunuz, sürdürülebilir ekosistemlere çok ciddi baskı yapıyor gerekçesi ile. Daha eskiden daha farklı kimyasal kompozisyonlara sahipti ve insanoğlu temizlikte en fazla deterjan kullanıyordu. Çamaşır ve bulaşık deterjanları. Ama şimdi o kadar çok çeşit arttı ki; mutfaklarda dört beş çeşit temizlik malzemesi, banyolarda 10-12 temizlik malzemesi ve ayrıca kimyasal etken malzemeye sahip temizlik materyaller her geçen gün artıyor. Antibakteriyallerden tutun da çok farklı özelliklere sahip, kireç çözücülerden tutun da bazı mikroorganizmaları öldüren özelliklere sahip çok fazla sayıda kimyasal kullanıyoruz. Şehirlerin arıtmaları olsa bile, bu kimyasalların önemli bir kısmı bozulmadan denizel ekosistemlere veya sürdürülebilir ekosistemlere geçiyor” ifadelerini kullandı.
 “ESKİDEN ZEYTİNYAĞI SABUNLARI İLE ÇAMAŞIR YIKANIRDI, EKOSİSTEMLER DAHA SAĞLIKLIYDI”
Baytekin, insanoğlunun hayat standartları arttıkça doğaya olan baskısının daha da arttığını söyleyerek, “Şimdi biz bilimsel veya bilgi üretimi temelinde baktığımız zaman, aslında teknoloji doğaya hükmetmek amacıyla kullandığımız bir disiplinlinler bütünü olarak ortaya çıkıyor. İnsan refahını, insan maddi ve manevi gelirini arttırmak, insan konforunu arttırmak amacıyla çalışan üretim ve hizmet sektörleri sürekli olarak ellerindeki materyalleri yeniliyorlar ve çoğaltıyorlar. Eskiden zeytinyağı sabunları ile çamaşır yıkanırdı, deterjan yoktu. Dolayısıyla ekosistemler daha sağlıklıydı. Kanalizasyonlar vasıtasıyla süzül ekosistemlere giden insan atıkları çok daha temizdi ancak özellikle son 30-40 yılla teknolojik ilerlemeler, sentetik kimyasallarda gelinen nokta özellikle evlerde kullanılan kimyasal sayısını önemli derecede arttırdı. Hemen bütün yerleşimlerimizin, şehirlerimizin arıtma sistemleri var. Önemli bir kısmı arıtmadan geçmeden denize deşarj oluyor. Sanayi bölgelerinde yine çok büyük arıtma sistemleri var. Bununla birlikte yine denizel ekosistemlere kaçak az diyemeyiz. Yine suda çözülür etken maddelerin önemli bir kısmı genelde denizel ekosistemlere gidiyor” diye belirtti.  
 “İÇİLEBİLİR SUYU BİZ DENİZE BIRAKIYORUZ’ İFADELERİ ÇOK DOĞRU DEĞİL”
“Eskiye dönemeyeceğimize göre bu denizel ekosistemlere olan baskıyı azaltmanın yollarını bulmamız gerek” diyen Baytekin, “Bütün evlerde kullanılan atık yağlardan tutun da çamaşır, bulaşık deterjanlarına kadar, banyoda kullanılan sabun, şampuan ve benzeri kimyasal etken maddeye sahip çok sayıda temizlik maddesine kadar hepsi bir şekilde kanalizasyon sistemlerinde toplanıyor ve şehirlerin arıtma sistemlerine gidiyor. Arıtma sistemlerinde çamur ayrıldıktan sonra, suda elden geldikçe fiziksel ve kimyasal filtrelerden geçilmesi suretiyle tertemiz su diye hatta bazı beldelerde görüyoruz, içilebilir suyu biz denize bırakıyoruz şeklinde ifadeler var. Bunlar çok doğru değil. Temizlik maddelerini, özellikle deterjan etken maddelerini arıtmada biraz güçlük çekiliyor. Onların önemli bir kısmı denizlere deşarj ediliyor. Zaten arıtmada tam temizlik sağlanmış olsaydı, Marmara’nın doğusu bu kadar kirlenmez; özellikle birbirine gıda zinciri ile bağlı olan sistemlerin önemli bir kısmı ortadan kalkmaz. Balıkçılarımız yakından biliyorlar, denizlerimizden eskisi gibi balık yok. Lüfer, çinekop çıkaramıyoruz. Sardalya, hamsi azaldı. Hamsinin düşmanı yunusları vuralım gibi bazı saçma sapan fikirleri de gördük ama bu sistemin zayıflığı aslında üreticiler olarak adlandırdığımız plankton popülasyondaki düşüşlerden kaynaklanıyor. Aynı zamanda gıda zincirinin birinci ikinci adımını oluşturan otobur canlı organizmalardaki azalışın kökeninde de yine denize deşarj edilen kimyasallar önemli rol oynuyor. Dolayısıyla sistem yeniden kendisini yeniledi. Yeni sistemlerde bakıyoruz artık planktonlar, azot, fosfor deşarjı nedeniyle veya denizlere şarj nedeniyle daha fazla besleniyor. Daha geniş alanlarda kendine habitat buluyor. Tüketicisi olmadığı için de veya tüketici popülasyonlarında önemli azalmalar olduğu için müsilaj oluşuyor” şeklinde konuştu.
Baytekin, konuyla ilgili ise detaylı bilgiyi şu şekilde verdi: “Arıtma sistemlerinde çamuru, katı materyali ayırıyorsunuz sıvıyı yine kimyasal birtakım filtrelerden geçirerek bazı ağır metalleri yakalamaya çalışıyorsunuz ama suda erimiş halde bulunan nitrat ve amonyum formundaki azot arıtma sistemlerinden sonraki süreçte süzül ekosistemlerde yolculuğuna devam ediyor. Bu deşarj edilen alanlarda önemli miktarlarda azot artışı meydana geliyor. Doğal sistemlerde normal olarak akarsuların taşıdığı organik materyalle ancak azot yaprak, sap ve benzeri organik materyallerle birlikte denizel ekosistemlere girer. Toprağa yıkanma suretiyle, erozyonla gelir başka geliş şekli yoktur. Ama bakıyoruz ki nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki arıtmadan çıkan sular Marmara Denizi başta olmak üzere denizel ekosistemlerde azot ve fosfor birikimine neden olabiliyor ve bu da özellikle kıyılarda derinliği 30 metreye kadar olan alanlarda aşırı plankton gelişimine neden oluyor ve müsilaj da bu şekilde oluşuyor.”
“BU ALANLAR KARASAL EKOSİSTEMLERDEKİ GİBİ ÇÖLLERE DÖNEBİLİR”
Denizlere azot ve fosfor deşarjının önlenebileceğini söyleyen Harun Baytekin, “Bazı ülkelerde arıtmalardan çıkan suların önemli bir kısmı tarımsal sulamalarda kullanılıyor. Eğer bu başarılı olursa kaldı ki küresel ısınma ve kuraklık da ciddi bir problem. Dünyanın geleceği itibariyle düşündüğümüz zaman, bu deşarj edilen veya arıtmadan çıkan suyun denizlere veya akarsulara deşarj etmek yerine büyük havuzlarda depolanıp pompaj sistemleriyle tarımsal sulamada kullanılması, sucul ekosistemlere fosfor ve azot kaçışını engelleyebilecek çözüm gibi görünüyor. Devamlı mı kullanacaksınız, elbette hayır. Yağışın bulunmadığı veya yağışın düşmediği dönemlerde sulamayı tercih ediyoruz. Ama bu konuda bazı geniş düşünceler, tarımsal sulamada kullandıkları suyun yaklaşık yüzde 15 ile 18 civarında bir suyu genellikle arıtma sistemlerinden tedarik ediyor. Bu Türkiye’de de yapılabilir, çok zor değil. Burada tek problem ağır metalleri yakalamak ve eğer tuz biraz fazlaysa tuzu yakalamak, daha temiz bir suyu tarımsal ekosistemlere aktarmak suretiyle denizel ekosistemlere yapılan baskı bir derece azaltılabilir. Yoksa şu anda sadece plankton ve plankton kaynaklı müsilaj değil gelecekte daha farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bugün müsilaj kıyı sistemlerde veya sahillerde hoş olmayan görüntülere neden oluyor, insanımız denize girmekte çekiniyor halbuki sağlığa zararı yok ama yine de bulundukları bölgede çürüme, koku oluşturabiliyor. İnsanımız haliyle endişe ediyor. Eğer bu devam ederse, üreticiler grubu, müsilajı oluşturan planktonlar ciddi zarar görebilir. Bu alanlar karasal ekosistemlerdeki gibi çöllere dönebilir. Dolayısıyla azot ve fosfor deşarjının mutlaka kesilmesi gerekiyor. Aksi taktirde gıda zincirinin tüketici grubunda popülasyon azalışları olduğu için, tür kayboluşları meydana geldiği için aşırı plankton büyümesi ilişiğini ve müsilaj oluşumu kaçınılmaz görünüyor” dedi.
“ÇAMAŞIR SUYU EN TEHLİKELİ KİMYASALLARDAN BİR TANESİ”
Baytekin, deterjan kullanımının denizlere verdiği zararlardan da bahsederek, “Çamaşır suyu en tehlikeli kimyasallardan bir tanesi. Bunun yanında evlerde kullanılan 20’ye yakın zararlı kimyasal var temizleyici olarak kullanılan. Zaten hepsinin üzerinde yazar ‘Çocuklardan uzak tutunuz’ diye. Yani yanlışlıkla içildiğinde, boğaz yanmaları, sindirim sisteminde tahrişler oluyor. Çocuklardan uzak tuttuğunuz, ciltle temasının zararlı olduğu kimyasalları temizlik amaçlı kullanıyorsunuz ve bunları sucul ekosistemlere gönderiyorsunuz. Orada da canlılar var. Zaten akarsularda zaman zaman balık ölümleri yaşanıyor. Bunlar tarla ve bahçelerde kullanılan kimyasallar bir şekilde akarsulara taşınması ve oradaki habitatı yok etmesi şeklinde çıkıyor veya bilinçsiz bazı çiftçilerimiz ilaç makinelerini dere kenarlarında yıkıyorlar. Yıkama suyunu da dereye boşaltıyor. İnsanı öldüren bu zehirli materyalleri rahatlıkla suya boşaltabiliyorlar. Bunlar hem derelerdeki yaşamı yok ediyor hem de derelerin gittiği yerdeki yaşamı yok ediyor. Tarım alanlarındaki kullanılan ilaçlar çok ciddi sorunlar oluşturuyor. Aynı niteliklere sahip çok sayıda temizlik malzemesini evlerde kullanıyoruz. Bunlar kanalizasyonlar vasıtasıyla bazen arıtma sistemlerine, arıtma sitemlerinin olmadığı bölgelerde doğrudan denizel ekosistemlere deşarj ediliyor. Bu kadar tehlikeli kimyasal maddeleri eğer denizlere boşaltırsanız, mutlaka orada oluşmuş sistemleri alt üst edersiniz. Bu kaçınılmaz. Ama ne yazık ki insanoğlu kendine dokunmadığı müddetçe çevreyle ilgili duyarsızlığına veya çevreye karşı duyarsız kalmaya devam ediyor. Ne zaman kendisine, sağlığına, refahına zarar gelecek sonuç ortaya çıkıyor, o zaman önlem almaya çalışıyor. 2006 yılında bu müsilajın oluşumu ile ilgili bilimsel bir araştırma sonucu ortaya kondu ama ne zaman tedbirler alındı veya alınmaya çalışılıyor 2021 yılında. Evlerde de bu temizlik maddesini kullananların biraz daha dikkatli olmasında yarar var” diye konuştu.
“450-500 BİN TON CİVARINDA ATIK YAĞI DOĞAYA BIRAKIYOR”
Atık yağların kesinlikle denize bırakılmaması gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Baytekin, “Atık yağlar bir kampanya ile bir şekilde evlerde toplanıp yine mazota veya benzeri enerji kaynağına dönüştürülmesi gerekiyor. Türkiye yaklaşık 450-500 bin ton civarında atık yağı doğaya bırakıyor. Arıtma sistemlerine giriyor çıkıyor, bu devam ediyor. Denizel ekosistemlere ulaşıyor. Süzül ekosistemlerde çok ciddi tahribatlara neden oluyor. Benzer şekilde, deterjanlarda yine arıtma sistemlerinden geçtikten sonra sucul ekosistemlerine ulaşıyor. Bunların kullanımı ile ilgili eğitime ihtiyacımız var. Hangi temizleyici kullanılırsa kullanılsın aynı tarımsal ilaç gibi ne kadar antimikrobiyal olursa olsun bakteri ve mantarlar yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor.  Bu yüzden aşırı temizlik malzemesi kullanılmasının önüne geçilmesinde yarar var. Çamaşır, bulaşık makinaların fonksiyonlarından yeteri kadar yararlanılmıyor. Bunların kullanımının disipline edilmesi gerekiyor. Aynı zamanda arıtma sistemlerinden çıkan suyun, ağır metallerinden arındırıldıktan sonra tarımsal sulamada kullanılması daha verimli olur” ifadelerini kullandı.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.